Ağaca, kuşa, yıldızlara o köşedeki dilenciye aitiz



Translate

Sayfalar

İzleyiciler

13 Mayıs 2025 Salı

Nefretin Zikri: Akıl ve Sessizliğin Çatışması

İnsan, doğası gereği duygularının rehberliğinde yol alır; ancak bazı duygular, rehber olmaktan çıkıp efendiye dönüştüğünde, aklı zincire vurur. Nefret, bu duyguların en sinsi olanlarından biridir. İnsanlar bir şeyden nefret ettiklerinde, bu duygu bir zikir gibi dudaklarında döner; tekrarlanır, yankılanır, bir mantra haline gelir. Ancak bu zikrin ardında, nefreti besleyen nedenleri anlamaya yönelik bir çaba, bir sorgulama, bir bilgi kırıntısı bile nadiren bulunur. Nefret, akıl yürütmeyi esir alır ve insanı kendi sessizliğinin mahkûmu yapar.




Nefretin zikri, bir topluluğun korosuna dönüştüğünde daha da tehlikeli bir hal alır. İnsanlar, bir fikre, bir kişiye ya da bir topluma karşı nefretlerini yüksek sesle haykırırken, bu duygunun kökenlerini sorgulamaktan kaçınır. “Nefret ediyorum!” çığlığı, bir kimlik haline gelir; bir aidiyet, bir duruş. Ancak bu duruş, çoğu zaman boş bir kabuktur. Nefretin hedefi ne kadar soyut ya da genelse, o kadar kolay benimsenir. Çünkü soyutluk, sorgulamayı gerektirmez; somut bir neden aramaya gerek kalmaz. Bir ideoloji, bir millet, bir inanç sistemi, hatta bir sembol… Nefret, bu hedeflere yöneldiğinde, akıl devre dışı kalır ve insan, kendi öfkesinin gölgesinde kaybolur.

Bu durumun ironisi, nefretin susturucu gücünde yatar. Nefret eden insan, nefretiyle o kadar meşguldür ki, bu duygunun nedenlerini anlamaya, tartışmaya ya da açıklamaya vakti kalmaz. Bilgi, nefretin karşısında bir tehdit gibidir; çünkü bilgi, sorgulamayı doğurur. Sorgulama ise, nefretin o rahat, sorgusuz sualsiz alanını darmadağın edebilir. Bu yüzden, nefret zikri devam ederken, bilgi içeren konulara dair tek bir kelime bile edilmez. İnsanlar, nefret ettikleri şeyin ne olduğunu tam olarak bilmeden, neden nefret ettiklerini açıklamadan, sadece nefret etmeye devam ederler. Bu, bir tür entelektüel tembelliktir; düşünmek yerine hissetmeyi, anlamak yerine yargılamayı seçen bir zihnin teslimiyetidir.



Peki, bu zikrin zincirleri nasıl kırılır? Belki de ilk adım, nefretin konforlu alanından çıkıp bilginin rahatsız edici sularına adım atmaktır. Nefret ettiğimiz şeyi gerçekten tanıyor muyuz? Bu duygunun kökeni nedir? Hangi yaşanmışlıklar, hangi önyargılar, hangi anlatılar bu nefreti besliyor? Bu sorular, nefretin zikrini kesintiye uğratır. Çünkü nefret, sessizlikte büyür; konuşulduğunda, sorgulandığında, ışığa tutulduğunda ise zayıflar. Bilgi, nefretin panzehiridir; ama bu panzehiri almak, cesaret gerektirir. İnsan, kendi öfkesine bakmaktan, kendi zihnindeki karanlıkla yüzleşmekten korkar.

Nefretin zikri, modern dünyanın gürültüsünde daha da yankılanıyor. Sosyal medya, bu zikri çoğaltan bir hoparlör gibi. İnsanlar, birkaç kelimeyle nefretlerini kusuyor, beğenilerle bu duyguyu pekiştiriyor, ama neden bu kadar öfkeli olduklarını açıklamaya gerek duymuyor. Bu döngü, aklı değil, duyguyu yüceltiyor. Oysa akıl, nefretin karşısına dikilebilecek yegâne güçtür. Akıl, insanı zikrin hipnozundan uyandırır; ona, nefret ettiği şeyin ötesinde bir dünya olduğunu hatırlatır.




Sonuç olarak, nefretin zikri, insanın kendine kurduğu bir tuzaktır. Bu tuzaktan kurtulmanın yolu, sessizliği bozmak, bilgiyi aramak ve aklı yeniden efendi yapmaktır. İnsan, nefret ettiğinde değil, anladığında özgürleşir. Çünkü nefret, bir zincirdir; bilgi ise, o zinciri kıran bir anahtar.

Soru şu: İnsan, bu anahtarı eline almaya cesaret edebilecek mi?

Konuyla ilgilenenler için 👇



yazıma buradan ulaşabilirsiniz 👆
Özgün İçerik : Deneme,Makale,Öykü, Sosyal içerik

1 yorum:

  1. Seda hanım kutluyorum sizi çok güzel anlatmışsınız ben nfz

    YanıtlaSil

@Mi_DeliMiDeli

@Mi_DeliMiDeli
DeliMiDeli @Mi_DeliMiDeli