Ağaca, kuşa, yıldızlara o köşedeki dilenciye aitiz



Translate

Sayfalar

3 Nisan 2025 Perşembe

Hayatın Çentikleri, Gücün Madalyaları



Hayat, bir yolun düzlüğünde değil, engebelerinde şekillenir. İnsan, tökezlemeden, sendelemeden ya da tamamen yere kapaklanmadan bu yolculuğun özünü kavrayamaz. Düşüş, yalnızca bedeni değil, ruhu da sarsar; insanı kendi kırılganlığıyla yüzleştirir. O an, gökyüzü uzak bir hayal gibi görünürken, ayakların altındaki toprak gerçeğin ta kendisi olur. Bu çarpışma, insana ne kadar küçük olduğunu hatırlatır; ama aynı zamanda, o küçüklüğün içinde ne kadar büyük bir direnç taşıdığını da fısıldar.
Düşmek, bir son değil, bir başlangıçtır aslında. Yerde geçirilen her saniye, insanın içindeki savaşın sessiz bir sahnesidir. Kimi bu savaşta pes eder; toprağın soğukluğuna teslim olur, gözlerini ufka çevirmekten vazgeçer. Kimi ise o soğukluğu bir itici güç gibi kullanır. Ellerini taşa dayar, dizlerini tozdan silker ve yeniden ayağa kalkar. İşte bu kalkış, insanın kendini tanıdığı andır. Çünkü düşüş, hayatın ağırlığını öğretirken, kalkış kendi gücünün farkına varmayı sağlar.


Herkes düşer, ama herkes yükselmez. Yükselmeyen, gökyüzünün maviliğini, rüzgârın özgürlüğünü

Deniz Salyangozlarının Sessiz Dersi


"Sizi iyilikleriyle felç edip sonra yutmaya çalışan insanları ancak, deniz salyangozlarını dikkatlice izlediyseniz fark edersiniz."
Bu sözü yazarken, doğanın sakin bir gözleminden yola çıkıp insan ilişkilerindeki gizli bir tehlikeyi işaret etmek istemiştim. Deniz salyangozları, o küçük, zararsız gibi görünen canlılar, gerçekten de bize ne anlatabilir? Ve neden onları izlemek, bazı insanların maskelerini düşürmemize yardımcı olur?

Deniz salyangozlarını düşünün. Kabuklarının zarif spiralleri, denizin tuzlu kokusuyla birleşen o sakin varlıkları… İlk bakışta masum, hatta büyüleyici gelirler. Ama bazı türleri, avlarını yakalamak için öyle ustalıkla sinsice bir yol izler ki, hayranlık yerini şaşkınlığa bırakır. Mesela koni salyangozu, o güzel desenli kabuğunun altında zehirli bir iğne saklar. Avına yaklaştığında, önce onu sakinleştirir; bir tür hipnotik cazibe yayar. Sonra, tam da av kendini güvende hissettiğinde, zehrini bırakır. Felç olan av, artık kaçamaz. Salyangoz, yavaşça ama kararlılıkla onu yutar.

Bu, doğanın acımasız ama bir o kadar da dürüst bir oyunudur: Her şey açıkça ortadadır, yeter ki bakmasını bilin.

İnsanlar arasında da böyle değil midir? Bazıları, tıpkı o salyangozlar gibi, iyilik kisvesiyle yaklaşır. Size gülümserler, yardım ellerini uzatırlar, sözleriyle sizi sarıp sarmalarlar. İlk başta bu sıcaklık, bu ilgi, bir lütuf gibi gelir. Ama zamanla bir şeylerin ters gittiğini hissedersiniz. O yardım, bir bağ olur; o gülümseme, bir tuzak. Sizi iyilikleriyle öyle bir yere sabitlerler ki, hareket edemez hale gelirsiniz. Bağımlı, borçlu, belki de çaresiz hissedersiniz. Ve işte tam o anda, gerçek niyetlerini gösterirler: Sizi yutmak, iradenizi ele geçirmek, sizi kendilerine bir av gibi zincirlemek.

Bu tür insanları fark etmek zordur, çünkü maskeleri ustalıkla işlenmiştir. Deniz salyangozlarını izlemeyen biri, onların bu sinsice avlanma sanatını bilmez. Aynı şekilde, hayatın akışında dikkatsizce ilerleyen biri de bu insan avcılarını göremez. Oysa doğa, bize her zaman ipuçları sunar. Salyangozun avına yaklaşırken ki sabrı, insanlardaki o hesaplı nezaketi hatırlatır. Zehrini saklayışı, tatlı sözlerin ardındaki gizli bencilliği çağrıştırır. Eğer bir kez bu benzerliği yakalarsanız, bir daha yanılmazsınız.

Peki, ne yapmalı? Deniz salyangozlarından korkup denize küsmek mi, yoksa onları anlamaya çalışıp kendimizi korumayı öğrenmek mi? Bence cevap, gözlerimizi açık tutmakta yatıyor. İyilik, elbette güzeldir; ama her iyilik, saf bir niyetle gelmez. İnsanları tanımak için acele etmemeli, onların sözlerini ve davranışlarını bir süre izlemeli. Tıpkı bir doğa bilimcinin, salyangozun hareketlerini sabırla gözlemlemesi gibi. Ancak o zaman, kimin gerçekten yanınızda olduğunu, kimin ise sizi felç edip yutmayı planladığını ayırt edebilirsiniz.
Deniz salyangozları, bize şunu öğretir: Güzellik, tehlike barındırabilir; sakinlik, bir fırtınanın habercisi olabilir. İnsanlar da öyle. Onları anlamak için doğaya bakmak, belki de en eski ve en güvenilir yoldur. Çünkü doğa yalan söylemez; sadece izlemeyi bilene konuşur.
ˢᵉᵈᵃ ᴾᴱᴷᴳÖᶻ

Özgün İçerik : Deneme,Makale,Öykü, Sosyal içerik

28 Mart 2025 Cuma

Alışmadık Alışmayacağız: Muhalefetin Boykot Çağrılarının Ülkeye Zararları

Alışmadık Alışmayacağız: Muhalefetin Boykot Çağrılarının Ülkeye Zararları: ˢᵉᵈᵃ ᴾᴱᴷᴳÖᶻ Siyasi arenada muhalefet, hükümeti dengeleme ve alternatif politikalar sunma rolüyle demokrasinin temel taşlarından biridir. Anc...

Zorluklarla Karşılaşınca Nasıl Ayakta Kalabiliriz?

Hayat, her birimiz için farklı sınavlarla dolu bir yolculuk. Kimi zaman bu sınavlar küçük birer engebeyken, kimi zaman ise adeta bir dağın eteğinde buluveririz kendimizi. Peki, bu zorluklar karşısında nasıl dimdik ayakta kalabiliriz? Cevap, sanıldığı kadar karmaşık değil; ama uygulaması sabır, kararlılık ve biraz da kendine şefkat gerektiriyor.


Kabullenmek: İlk Adım Cesaret

26 Mart 2025 Çarşamba

Eleştirinin İlk Adresi: Kendi Yören

"Kimi Eleştirirsen Eleştir, Gözünü Tek Yere Dikip Kendi Yörene Kör Olma" Üzerine Bir Deneme

İnsan, doğası gereği çevresini gözlemler, değerlendirir ve zaman zaman eleştirir. Eleştiri, bir toplumun gelişiminde önemli bir araçtır; yanlışları düzeltmek, eksikleri tamamlamak ve daha iyiye ulaşmak için bir pusula gibidir. Ancak eleştiri, yalnızca başkalarına

Taşların Ardındaki Özgürlük: Hafifleyerek Yükselmek



Hayat, bir dağa tırmanış gibidir bazen. Zirveye ulaşmak için attığımız her adım, taşıdığımız yüklerle daha zor ya da daha kolay hale gelir. Ancak bu yükler yalnızca sırt çantalarımızdaki eşyalar değildir; çoğu zaman zihnimizde, kalbimizde, geçmişimizde biriken görünmez ağırlıklardır. Bu ağırlıklar, bir heykeltıraşın elindeki taş bloğunda gizlenmiş bir form gibi, bizi olduğumuzdan daha az görünür kılar. Oysa gerçek özgürlük, bu taşları bir bir düşürmekte, fazlalıkları bırakıp özümüze yaklaşmakta yatar.

Bir şehir meydanında, tel bir kafesin içine hapsedilmiş taşlarla oluşturulmuş bir insan

Birlikte Yeniden

Bize dayatılan tüm kimlikleri, o ağır etiketleri bir kenara bırakabilsek… Maskeler düşse, sadece insan olarak kalabilsek… İşte o zaman, gözlerimizin önünden geçen ama fark edemediğimiz gerçekler bir bir belirir. Belki o an, bugüne dek sıkı sıkıya tutunduğumuz her şey yerinden oynar. Bildiklerimiz, inandıklarımız, hatta kendimiz bile başka bir ışığın altında yeniden şekillenir.


O zaman, yalanların gölgesine sığınmadan, yalnızca gerçeği dillendirdiğimizde, sesimiz başka seslerle birleşir. Yüreğimiz,

24 Mart 2025 Pazartesi

Tartışma Programlarının Değişen Yüzü: Eskinin Derinliği Nereye Kayboldu?



Televizyon ekranlarında sıkça rastladığımız tartışma programları, bir zamanlar "açık oturum" dediğimiz formatın modern bir yansıması gibi görünüyor. Ancak bu tür yapımların havası, eskiden alıştığımız ciddi ve entelektüel tondan farklı bir yöne evrilmiş durumda. Peki, bu programlar tam olarak ne tür bir kategoriye giriyor ve neden eskisi gibi hissettirmiyor?

Bu soruya yanıt ararken, "tartışma programı" ya da "panel

Alışmadık Alışmayacağız: Çürüyen Çemberler: Geçmişin Tozunda Kaybolan İnsanlık

Alışmadık Alışmayacağız: Çürüyen Çemberler: Geçmişin Tozunda Kaybolan İnsanlık: Dünyadan bihaber olup, gelmişi geçmişi yok sayıp şımarık, hadsiz küçük gruplar içinde kokuşmaya yüz tutmak diye de bir şey var.. — DeliMiDel...

Algıların Gölgesinden Gerçeğin Özgürlüğüne

Algıların olguları gölgede bıraktığı bir dönemde, yalnızca gerçeğin peşinde olanlar özgür kalabilirler.. 


Ancak; bir aldatma içinde yaşamayı istememek manipülasyonlara ve yanılsamalara karşı bir duruş sergileyerek bireyi özgür kılar. Algıların şekillendirdiği bir dünyada olgulara tutunmak zor ama değerlidir.

@Mi_DeliMiDeli

@Mi_DeliMiDeli
DeliMiDeli @Mi_DeliMiDeli