Hayat, çoğu zaman hayallerimizdeki gibi değil, kendi akışında, kusurlarıyla ve beklenmedik dönemeçleriyle gelir. Onu, olmasını istediğimiz şekle zorlamak yerine, olduğu haliyle sevmeyi öğrenmek, içimizdeki huzurun ve gerçek mutluluğun kapısını aralar. Bu kabulleniş, ne teslimiyet ne de vazgeçiş; aksine, hayatın geçici doğasını anlamanın ve onunla barışmanın bir yoludur. Duygularımızın derinliklerinde kaybolmadan, aklımızın rehberliğinde hayatı kucaklamak, bize hem dinginlik hem de anlam sunar.
İnsan, doğası gereği kontrol etmek ister. Geleceği planlar, geçmişi özler ve bugünü şekillendirmeye çalışır. Ancak hayat, bu çabalarımıza her zaman boyun eğmez. Bir sabah uyanırız ve her şey değişmiştir: bir kayıp, bir hayal kırıklığı ya da beklenmedik bir engel. Bu anlarda, hayatı olduğu gibi sevmek zor gelebilir. Oysa tam da bu anlar, bize durup nefes almayı öğretir. Dış dünyanın kaosu, beklentilerimizin ağırlığı ve sürekli değişen koşullar arasında bir an durup kendimize dönmek, hayatı yeniden anlamlandırmanın başlangıcıdır.
Hayatın geçiciliği, belki de onun en güçlü mesajıdır. Bir çiçeğin açıp solması, bir mevsimin gelip geçmesi ya da sevdiklerimizle geçirdiğimiz anların bir gün anıya dönüşmesi, bu gerçeği hatırlatır. Bu geçiciliği reddetmek, bizi huzursuzluğa sürükler; ama onu kabul etmek, her anın kıymetini bilmeyi öğretir. Örneğin, bir yaz akşamı gökyüzünde kayan bir yıldızı izlerken hissettiğimiz o kısa ama derin huzur, hayatın kusurlarıyla bile güzel olduğunu fısıldar. Akıl, bu anlarda bize şunu söyler: Hayat, mükemmel olmak zorunda değil; sadece yaşanmayı bekler.
Kabulleniş, zayıflık değil, bilgeliktir. Hayatı olduğu gibi sevmek, her şeyi onaylamak ya da yanlışlara razı olmak anlamına gelmez. Bu, dış koşulların yükünden özgürleşip, kendi iç dünyamızı zenginleştirmenin yoludur. Mesela, bir hayalimizin gerçekleşmediğini görmek can yakar; ama o hayal uğruna attığımız adımların, öğrendiklerimizin ve büyüdüğümüz anların da bir hazine olduğunu fark etmek, bizi ayağa kaldırır. Duygularımız bu kaybın acısını taşırken, aklımız bize devam etmenin gücünü hatırlatır.
Modern dünyada, sürekli bir koşuşturmaca içindeyiz. İş, sorumluluklar, beklentiler ve bitmeyen hedefler, bizi hayatın özünden uzaklaştırabilir. Oysa bazen bir an durup etrafımıza bakmak, bir çocuğun kahkahasını duymak, rüzgârın tenimizdeki serinliğini hissetmek ya da sadece kendi nefesimizin ritmini dinlemek yeter. Bu anlar, hayatın bize sunduğu küçük hediyelerdir. Onları fark etmek, içimizdeki huzuru uyandırır ve bize şunu öğretir: Hayat, tüm karmaşasına rağmen sevilebilir.
Özetle, hayatı olduğu gibi sevmek, onunla dans etmeyi öğrenmektir. Acıları, sevinçleri, eksiklikleri ve güzellikleriyle hayat, bir bütün olarak anlam kazanır. Duygularımız bu dansın ritmini hissettirirken, aklımız adımlarımızı yönlendirir. Geçiciliğiyle konuşan bu dünyada, bir an durup kendimizi ve hayatı dinlemek, gerçek sevinci bulmanın anahtarıdır. Çünkü huzur, mükemmel bir hayatı beklemekte değil, elimizdeki hayatı getirileriyle kucaklamakta saklıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder