Medyanın Toplumsal Değerler Üzerindeki Etkisi ve Bireysel Direnişin Önemi
n den bahsederken, bir de madalyonun diğer yüzüne bakalım: Kendi görüşüne uygun medyayı bir kale gibi benimseyip, diğer tüm kaynaklara sırtını dönen bireyler.
Televizyonda zapping yaparken karşıt bir kanal görür görmez kumandaya sarılan, sosyal medyada farklı bir fikri okuyunca anında ekranı kaydıran, hatta bir kafede yanlışlıkla “öteki tarafın” gazetesine gözü takılırsa başını çeviren insanlar. Peki, bu insanlar neden böyle davranıyor? Bu süreç zihinlerinde nasıl işliyor ve en önemlisi, bu tutum onları nereye götürüyor?
Bu bireyler, genellikle kendilerini güvende hissetmek için bir “fikir balonu” oluşturuyor. Sadece kendi değerlerine, siyasi görüşlerine ya da yaşam tarzına uygun medya içeriklerini tüketerek, bir nevi zihinsel konfor alanı inşa ediyorlar. Mesela, sabah kahvaltısında hep aynı haber kanalını açıyor, aynı köşe yazarlarını okuyor, aynı sosyal medya hesaplarını takip ediyorlar. Karşıt görüşlere sahip bir yayına rastladıklarında ise rahatsızlık hissediyorlar; çünkü bu, onların dünyasını sorgulamalarına yol açabilir. Bu rahatsızlık, kanal değiştirmek ya da sayfayı kapatmak gibi basit bir refleksle gideriliyor. Ama bu refleks, aslında daha derin bir sürecin parçası.
Bu süreç, psikolojide “onaylama önyargısı” denen bir mekanizmayla işliyor. İnsanlar, doğal olarak kendi inançlarını doğrulayan bilgilere daha açık, zıt fikirlere ise kapalıdır. Taraflı medya, bu eğilimi adeta bir yakıt gibi kullanıyor. Örneğin, bir kişi sürekli kendi görüşünü destekleyen haberler izlerse, “Herkes benim gibi düşünüyor” ya da “Karşı taraf tamamen yanlış” gibi bir yanılsamaya kapılıyor. Zamanla, bu kişi farklı fikirleri sadece yanlış değil, aynı zamanda tehdit edici görmeye başlıyor. Bir tartışma programında karşıt bir görüş duyduğunda sinirlenmesi, bir arkadaşının farklı bir fikri savunmasına tahammül edememesi, işte bu yüzden.
Peki, bu insan modelini ne motive ediyor? Birincisi, aidiyet hissi. Aynı medyayı tüketen insanlarla bir “biz” duygusu oluşuyor; bu da yalnızlık çağında güçlü bir bağ sağlıyor. İkincisi, basitlik. Dünya zaten karmaşık; her şeyi sorgulamak yerine, tek bir anlatıya sadık kalmak zihni yormuyor. Üçüncüsü ise korku. Farklı bir fikri dinlemek, insanın kendi inançlarını yeniden değerlendirmesini gerektirir. Bu da çoğu zaman rahatsız edici bir süreçtir. Mesela, yıllardır aynı siyasi partiyi destekleyen biri, karşı tarafın argümanlarını dinlerse kendi değerlerini sorgulamak zorunda kalabilir. Bu riski göze almak yerine, kumandanın tuşuna basmak daha kolay geliyor.
Ancak bu tek taraflı tüketim, bireyi zamanla dönüştürüyor ve bu dönüşüm pek de iç açıcı değil. İlk olarak, bu kişiler eleştirel düşünme yeteneklerini kaybediyor. Farklı bakış açılarına kapalı oldukları için, kendi görüşlerini sorgulama alışkanlıkları köreliyor. Her şeyi siyah-beyaz görmeye başlıyorlar: Ya haklısındır ya da haksız. Gri alanlar, yani gerçek hayatın karmaşıklığı, onların radarından çıkıyor. Örneğin, bir konuda orta yol bulmaya çalışan birini “tarafsız” diye değil, “hain” diye etiketleyebiliyorlar.
İkinci olarak, bu bireyler giderek daha hoşgörüsüz ve kutuplaşmış hale geliyor. Karşıt görüşteki insanlara empati kurma yetenekleri zayıflıyor. Bir süre sonra, farklı düşünen bir akrabasıyla bile konuşamaz hale gelebiliyorlar. Sosyal medya bu süreci hızlandırıyor; çünkü algoritmalar zaten onların görmek istediklerini önlerine seriyor. Mesela, bir kişi sürekli muhafazakâr içerikler izliyorsa, platform ona sadece bu tarz videolar öneriyor. Liberal bir görüşle karşılaşması neredeyse imkânsız hale geliyor. Bu da, toplumdaki “biz” ve “onlar” ayrımını derinleştiriyor.
En kötüsü, bu insanlar gerçeklikten kopma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Sadece kendi medyasını tüketen biri, dünyayı olduğundan çok farklı görebilir. Örneğin, ekonomik bir kriz hakkında sadece kendi tarafının yorumlarını dinlerse, sorunun nedenlerini anlamak yerine suçlu bir taraf arar. Bu da çözüme katkıda bulunmak yerine, öfke ve çaresizlik sarmalına sürüklüyor. Dahası, bu kişiler manipülasyona daha açık hale geliyor. Çünkü tek bir kaynaktan beslendikleri için, o kaynağın yalan ya da çarpıtma içerse bile farkına varamıyorlar.
Bu durum, bireyi yalnızlaştırıyor ve toplumu parçalıyor. Kendi balonunda yaşayan insan, farklı düşünenlerle bağ kuramıyor; bu da aile yemeklerinden mahalle sohbetlerine kadar her alanda gerilim yaratıyor. Toplum, birbiriyle konuşamayan, sadece kendi korosunda şarkı söyleyen gruplara bölünüyor. Ve ne yazık ki, bu bölünme, taraflı medyanın ekmeğine yağ sürüyor; çünkü kutuplaşma, onların izlenme oranlarını artırıyor.
Peki, bu döngüden çıkmak mümkün mü? Evet, ama kolay değil. İlk adım, bireyin kendi balonunu fark etmesi. Mesela, bir akşam farklı bir haber kanalını izlemeyi denemek, bir karşıt görüşü sonuna kadar okumak küçük ama etkili bir başlangıç. Bu, illa fikir değiştirmek anlamına gelmiyor; sadece farklı bir pencereden bakmayı öğrenmek bile yeter. İkinci olarak, gerçek hayatta farklı insanlarla konuşmak. Sosyal medyadan değil, yüz yüze sohbetlerden bahsediyorum. Bir çay ocağında, bir komşu ziyaretinde farklı bir fikri dinlemek, önyargıları kırmanın en doğal yolu. Son olarak, medya okuryazarlığı. Haberlerin nasıl üretildiğini, hangi amaçla sunulduğunu anlamak, bireyi kukla olmaktan kurtarır.
Kendi medyasına gömülüp diğer her şeye sırtını dönen birey, aslında kendine ve topluma zarar veriyor. Farklı sesleri duymamak, insanı dar bir dünyaya hapsediyor; oysa gerçek zenginlik, çeşitlilikte. Kanal değiştirmek yerine bir an durup dinlemek, belki de hem bireyi hem de toplumu kurtaracak ilk adım. Çünkü ancak birbirimizi anlamaya başladığımızda, ortak bir geleceği inşa edebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder