Sınır, bir duvar değil, derinin kendisidir.
Canlı, geçirgen ama seçici. Vücudun neyi içeri alıp neyi dışarıda bıraktığını bilen o ince zar gibi, sağlıklı bir ilişki de tam olarak bu zarın iki insan arasında karşılıklı tanınmasıyla başlar. Sınır yoksa temas olmaz; ya tamamen iç içe geçersiniz ve birbirinizde kaybolursunuz ya da biri diğerini yutar.Çoğumuz sınır kelimesini duyunca “uzaklaştırmak” sanırız. Oysa tam tersi: Gerçek yakınlık, ancak iki ayrı varlığın birbirine dokunurken hâlâ kendiliğini koruyabildiği yerde doğar. Sınır, “burası benim alanım” demenin ötesinde, “senin alanın da kutsal” diyebilme cesaretidir.Bir insanın sana gerçekten değer verdiğini anlamanın en kesin yolu, onun senin “hayır”ını duyduğunda ne yaptığını izlemektir.
Gerçek bir sınır şöyle işler:
Ne sert bir red, ne yumuşak bir yalvarış.
Sadece net bir varoluş beyanıdır.
“Bu beden benim, bu duygu benim, bu zaman benim, bu hikâye benim.”
Ve bu beyan, karşındakine şu mesajı da içerir: “Senin bedenin, duygun, zamanın, hikâyen de aynı ölçüde kıymetli. Sana da aynı özerkliği tanıyorum.”
Sağlıklı ilişki, iki insanın birbirine “seni değiştirmeden de yanımda tutabiliyorum” diyebilmesidir.
Sağlıksız ilişki ise birinin diğerini sürekli “biraz daha eksiltirsen, biraz daha uysan, biraz daha bana benzesen” diye törpülemesidir.
Bir gün şunu fark edeceksin:
Sınır koyabildiğin ilişkiler, seni en çok özgürleştiren ilişkiler oluyor.
Çünkü orada “sevilmek için kendim olmaktan vazgeçmek zorunda değilim” gerçeği ilk kez ete kemiğe bürünüyor.
Kendi sınırlarını korumayı öğrendiğinde, başkalarının sınırlarına da aynı saygıyı gösterebiliyorsun.
İşte o zaman sevgi, bir alışveriş ya da kurtarma operasyonu olmaktan çıkıp, iki bütün insanın birbirine sunduğu en büyük hediye haline geliyor:
“Sen sensin. Ben benim. Ve bu halimizle birbirimize yeteriz.”
Canlı, geçirgen ama seçici. Vücudun neyi içeri alıp neyi dışarıda bıraktığını bilen o ince zar gibi, sağlıklı bir ilişki de tam olarak bu zarın iki insan arasında karşılıklı tanınmasıyla başlar. Sınır yoksa temas olmaz; ya tamamen iç içe geçersiniz ve birbirinizde kaybolursunuz ya da biri diğerini yutar.Çoğumuz sınır kelimesini duyunca “uzaklaştırmak” sanırız. Oysa tam tersi: Gerçek yakınlık, ancak iki ayrı varlığın birbirine dokunurken hâlâ kendiliğini koruyabildiği yerde doğar. Sınır, “burası benim alanım” demenin ötesinde, “senin alanın da kutsal” diyebilme cesaretidir.Bir insanın sana gerçekten değer verdiğini anlamanın en kesin yolu, onun senin “hayır”ını duyduğunda ne yaptığını izlemektir.
- “Hayır”ını duyup susan,
- “Hayır”ını duyup merak eden,
- “Hayır”ını duyup kendini sorgulayan insan,
seni gerçekten görüyordur.
Gerçek bir sınır şöyle işler:
Ne sert bir red, ne yumuşak bir yalvarış.
Sadece net bir varoluş beyanıdır.
“Bu beden benim, bu duygu benim, bu zaman benim, bu hikâye benim.”
Ve bu beyan, karşındakine şu mesajı da içerir: “Senin bedenin, duygun, zamanın, hikâyen de aynı ölçüde kıymetli. Sana da aynı özerkliği tanıyorum.”
Sağlıklı ilişki, iki insanın birbirine “seni değiştirmeden de yanımda tutabiliyorum” diyebilmesidir.
Sağlıksız ilişki ise birinin diğerini sürekli “biraz daha eksiltirsen, biraz daha uysan, biraz daha bana benzesen” diye törpülemesidir.
Bir gün şunu fark edeceksin:
Sınır koyabildiğin ilişkiler, seni en çok özgürleştiren ilişkiler oluyor.
Çünkü orada “sevilmek için kendim olmaktan vazgeçmek zorunda değilim” gerçeği ilk kez ete kemiğe bürünüyor.
Kendi sınırlarını korumayı öğrendiğinde, başkalarının sınırlarına da aynı saygıyı gösterebiliyorsun.
İşte o zaman sevgi, bir alışveriş ya da kurtarma operasyonu olmaktan çıkıp, iki bütün insanın birbirine sunduğu en büyük hediye haline geliyor:
“Sen sensin. Ben benim. Ve bu halimizle birbirimize yeteriz.”

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Okuduklarının sende en çok yankılanan kısım ne, ya da kendi deneyimlerinle nasıl bağ kuruyorsun? Yorumlarda paylaşır mısın ? :)