Düşmek, insana sadece acıyı öğretmez; aynı zamanda toprağın kokusunu, taşın sertliğini, yalnızlığın yankısını da hissettirir. İnsan yere çarptığında, gerçek derinliğiyle anlar hayatın inişli çıkışlı yollarını. Ama asıl mesele, yerde kalıp kalmamakta gizlidir. Çünkü kalkmayan,…
— Levent Ersin Orallı (@levent_ersinn) March 28, 2025
Hayat, bir yolun düzlüğünde değil, engebelerinde şekillenir. İnsan, tökezlemeden, sendelemeden ya da tamamen yere kapaklanmadan bu yolculuğun özünü kavrayamaz. Düşüş, yalnızca bedeni değil, ruhu da sarsar; insanı kendi kırılganlığıyla yüzleştirir. O an, gökyüzü uzak bir hayal gibi görünürken, ayakların altındaki toprak gerçeğin ta kendisi olur. Bu çarpışma, insana ne kadar küçük olduğunu hatırlatır; ama aynı zamanda, o küçüklüğün içinde ne kadar büyük bir direnç taşıdığını da fısıldar.
Düşmek, bir son değil, bir başlangıçtır aslında. Yerde geçirilen her saniye, insanın içindeki savaşın sessiz bir sahnesidir. Kimi bu savaşta pes eder; toprağın soğukluğuna teslim olur, gözlerini ufka çevirmekten vazgeçer. Kimi ise o soğukluğu bir itici güç gibi kullanır. Ellerini taşa dayar, dizlerini tozdan silker ve yeniden ayağa kalkar. İşte bu kalkış, insanın kendini tanıdığı andır. Çünkü düşüş, hayatın ağırlığını öğretirken, kalkış kendi gücünün farkına varmayı sağlar.
Herkes düşer, ama herkes yükselmez. Yükselmeyen, gökyüzünün maviliğini, rüzgârın özgürlüğünü