Bazen bir gölge gibi peşimize takılır sorunlarımız. Sessiz, ağır, ama varlığını hep hissettiren bir ağırlık. Onunla baş başa kalmak, kendi içimizde bir yolculuğa çıkmak gibidir; ne bir harita ne de bir rehber vardır. Sadece siz ve o mesele, bir odanın loş köşelerinde fısıldaşır gibi. Tam bu anlarda, bir çift meraklı göz belirir ufukta. "Ne oldu?" diye sorar, sesinde hem merak hem bir parça ısrar. Yakınınızdadır bu kişi, belki bir dost, belki bir akraba. Ama bilirsiniz, o an, o sorunun cevabını paylaşmanın sizi bir adım öteye taşımayacağını. Çünkü bazı meseleler, paylaşılmakla değil, içsel bir yolculukla çözülür.
Bu an, garip bir ikilemin eşiğidir. Karşınızdaki kişi, iyi niyetle, sizi anlamak ister. Ama sizin bildiğiniz bir şey var: O kişinin kapasitesi, niyeti ne kadar saf olsa da, bu yükü taşıyacak ya da çözümleyecek derinlikte değil. Bunu yargılamak değil, sadece görmek. Onunla konuşmak, bir nehir yatağına su dökmek gibi; akıp gider, ama iz bırakmaz. Yine de o kişi, farkındadır bir şeylerin. "Benden de mi gizli?" der, sitemle. Oysa mesele gizlilik değil. Mesele, boş bir paylaşımın ruhunuzda açacağı o anlamsız yankıdan kaçınmak.
İçsel yolculuğumda bu anları sıkça yaşadım. Bir yanım, o meraklı gözlere bir şeyler anlatmak ister; belki sadece nazik olmak, belki de yalnızlığın ağırlığını bir anlığına dağıtmak için. Ama diğer yanım, daha derin, daha sessiz bir ses, fısıldar: "Bu senin yolun. Onunla konuşmak, sadece yolunu karmaşıklaştırır." Bu ses, bencillik değil, bir tür kendine saygı. Çünkü bazı meseleler, başkalarının kelimelerine değil, kendi sessizliğinize ihtiyaç duyar. Onlar, iç dünyanızın kuytu köşelerinde çözülmeyi bekler; bir başkasının iyi niyetli ama yetersiz sözcükleriyle değil.
Peki, bu anlarda ne yapmalı? O sitem dolu bakışlara nasıl karşılık vermeli? Belki de en dürüst yol, kendi gerçeğinizi nazikçe ifade etmek. "Sağ ol, ilgilenmen değerli," diye başlar sözleriniz, "ama bu, biraz kendi içimde çözmem gereken bir mesele." Bu, ne bir reddediş ne de bir duvar örme çabasıdır. Sadece, kendi yolculuğunuza sadık kalmanın bir yolu. Karşınızdaki kişi, belki bir an incinir, ama bu dürüstlük, onun da sizi daha iyi anlamasına bir kapı aralar. Çünkü gerçek bağlar, boş paylaşımlarla değil, samimi sınırlarla güçlenir.
Bu içsel gezi, bazen yalnız bir patikada yürümek gibi. Etrafınızda insanlar, sesler, sorular olsa da, bazı adımları sadece siz atabilirsiniz. Ve belki de bu, hayatın en kıymetli derslerinden biri: Her yükü paylaşmak zorunda değilsiniz.
Bazı yükler, sadece sizinle, sizin sessizliğinizle konuşur. Onları dinlemek, çözmek, dönüştürmek, sizin kendi içinizdeki gücünüzle mümkün. Ve o meraklı gözlere, nazik bir gülümsemeyle, "Bu benim yolum, ama senin varlığın zaten bir hediye," demek, hem kendinize hem de onlara verebileceğiniz en güzel cevaptır.
Yol devam eder. Sorunlar, gölgeler gibi peşinizde. Ama siz, kendi ışığınızla, bir adım daha atarsınız. Ve o adım, sadece size aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder