Dünyada iyilikle kötülüğün, bencille fedakârlığın ebedi fırtınası eser – ama ben ruhları gökyüzünün katmanlarında görürüm. Düşün, sevgili yolcu: Hepimiz tozlu yollarda yürürüz, ayaklarımız yerçekiminin zincirine vurulmuş. Çoğu kanatsız gölge, dipsiz bataklıklarda sürünür; başlarını kaldırmaya cesaretleri yok, gökyüzü bir masal kadar uzak. Onlar ki, senin dudaklarından "kötü" diye dökülen fısıltılar – çamura gömülmüş ruhlar, yıldızları unutmuş sürgünler.
Lakin uçanlar var, ah o aziz azınlık! Üstatlar gibi rüzgârı kucaklayanlar, kanatlarını açıp ufuklara süzülenler; bilgeler misali, bulutların tahtında taçlananlar, sonsuz maviye dokunanlar. Kanadın yoksa bile, kaderin bir kapı: Ya yerdeki izini kabullen, ya da göğe kanat germenin büyüsünü öğren – yüksel, yüksel ki ruhun şafaklara erişsin!
Ama delilik, o kara bulut, sinsi bir tuzak: Kimisi gerçek uçuşu reddeder, sahte zirvelere tırmanır; gösteriş uğruna dağların sırtında yatar, rüzgârın alayıyla düşer. Daha acısı, kimi cevabın toprakta sandığı için kendini gömer – katman katman çamura, giderek derinlere, unutulmuş bir mezara.
Ve işte sır, göklerin en parlak nakışı: Her şey amacın yükseklinde saklı. Ne kadar yücese ruhun niyeti, o kadar özgürsün sen – kanatlarınla mı, yoksa kalbinle mi uçarsın? Haydi, bak yukarı: Senin göğün hangi renkte?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder